Hazreti Adem'den Sonra Kadın

Âdem aleyhisselam’dan bu zamana kadar gelen ve bundan sonra da gelecek olan insanların ilk görevi; yaratılış gayesini bilmek ve buna uygun şekilde yaşamaktır. Nitekim Allah-u Teâlâ Hazretleri, Zariyat Suresi 56. ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

Kulluğun temel taşı bilmektir. Bir doktor nasıl ki eğitim almadan hasta tedavi edemez, bir mühendis statik hesaplar yapamaz ise insanın da bilmeden kulluk yapması pek mümkün değildir. Birçok ayetinde “akletmez misiniz, düşünmez misiniz” lafzı geçen bir kitabın sahibinin, yaz ayında 4 hafta camiilerde ya da ninelerimizden öğrendiğimiz kulaktan dolma bilgiler ile bu dini yaşamamızı istemesi mantıklı değildir. Ancak bizler esiri olduğumuz nefsimiz, kararan kalplerimiz ve saflığını kaybeden dimağlarımız ile bu hakikatleri unutuyor; namaz kıl, oruç tut yeter diye düşünerek ahireti ikinci plan atıyor -hatta gündemimize bile almıyoruz- ve Rabbimiz yokmuşçasına bu dünya hayatı için yaşıyoruz. Oysa din her şeydir. Kişinin tuvalet adabından düğününe, devlet yönetiminden eğitim şekline kadar her şeyi kapsar. İslam’dan ayrılan yahut İslam’ın karışmadığı tek bir saha olmadığı gibi, bir konu hakkında Allah ve Rasulünden daha doğru ve isabetli karar ve hüküm verecek hiçbir şahıs ya da mercii de yoktur.
İşte, insan asli vazifesini ve bu hakikatleri unuturken, onun fıtratını bozmak için hiç durmadan çalışan düşmanları da vardır: şeytan ve toplumun şeytanlaşmış faktörleri.
Bozulmanın başladığı ilk kale ailedir. Aile içinde ise; kadın.
Peki, bu kadar gündem olan, her kesimin ortak noktası olan kadın kimdir? Neden ilk hedeftir? Kadın değişirse dünya mı değişir?
Hepimizin bildiği üzere ilk insan Âdem aleyhisselam topraktan ve daha sonra Hazreti Havva validemiz ise onu kaburga kemiğinden yaratıldı. Bakalım bu durum ayet ve hadislere nasıl konu olmuş.
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının...” (Nisa, 1)
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum, 21)

“Kadınlar hakkında -birbirinize- iyi tavsiyelerde bulunun. Çünkü kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburganın en fazla eğri olan tarafı onun üst kısmıdır. Bu sebeple, eğer onu doğrultmak istersen kırarsın, yok eğer kendi halinde bırakırsan eğri olmaya devam eder. Öyleyse kadınlar hakkında -birbirinize- iyi tavsiyelerde bulunun, birbirinize onlara iyi davranmayı tavsiye edin.” (Buhari, Enbiya, 1; Müslim, Reda, 61,62; Nesai, Nikah, 15)
Daha ilk ayetten anlıyoruz ki kadın eşit değil, eştir. Her iki cinste birbiri için huzur ve sükûnet vesilesidir. Kadın doğrultmak için güç uygulanmayacak kadar da hassas ve narindir.
Kâinatın sahibi, her işi hikmetli olan Allah kadını bu fıtratta yaratırken haşa ilmi geleceği kapsamıyor muydu da son yüzyıllarda kadının bu yapısı değiştirilmek isteniyor? Allah kadına hep aynı rolü yüklemiştir ve bu değişmeyecektir.

1800’lü yıllarda Birleşik Krallık Başbakanı William Gladstone “Türklerin elinden Kur-an’ı almadıkça onları yenemeyiz.” demiş ve bunu gerçekleştirmek için mücadele etmiştir. Çünkü Kur’an elimizden alındığı vakit haramlar helal gösterilecek, gayrı meşru işler meşrulaştırılacak, insanlar ilimden yüz çevirecek, namazı terk edecek, Ramazan’dan Ramazan’a Müslüman olacaktı. Ancak esas gaye bunların hiçbirinin gerçekleşmesi değildi. Amaç, kadını tesettüründen sıyırmak ve onu sokağa dökmekti. Çünkü kadın İslam kimliğinden sıyrılırsa aile, aile bozulursa devlet bozulur ve o zaman çöküş çok yakındır. Tıpkı tarihte örneklerini gördüğümüz gibi…

Çok uzağa gitmemize gerek yok. İslam 1400 sene önce kadını yükseltmişken, batı daha 200 sene öncesine kadar kadınları pazarlarda satıyordu. Hangi ara onlardan gelen sistemin, düşüncelerin kölesi olduk? Eşitlik, kadın hakları adı altında nasıl bu kadar körleştik? Bizden ç/alınan değeri hiç mi görmedik de meydanlara döküldük feminizm diye? Kadının yaratılışını değiştirmek, onu erkekleştirmeye çalışmak, her alanda olabileceğini savunmak zulümdür, yaratılışa terstir. Fark etmiyoruz. Çünkü en başta dediğim gibi hakikat algımızı yitirdik. İslam’ı hayatımızın dışına koyup yalnızca ibadetlere karışan bir din sanarak modernizm adı altında hayatlarımıza devam ettik. Kaybettiklerimizin farkında bile değiliz.
Kadın da adam da evden sabah erken saatlerde çıkar. Çocuklar kreşe, bakıcıya ya da babaanneye bırakılır. Bütün gün ful makyaj, topuklu ayakkabı ile namahremi olan erkeklere kendini teşhir eden kadın -kusura bakmayalım ama Allah’ın yasakladığı bir şeyi yapıyorsak ne kadar kalbimiz temiz olursa olsun bunun adı teşhir etmektir- eve gelince diz izi çıkmış pijamasını giyer, yalandan ocağa iki yemek atar, sonrasında çok yoruldum diyerek Allah’ın kendisini vazifelendirdiği eşe hizmeti ihmal eder, çocuklarına verimli olamaz, televizyon karşısında gün son bulur ve tabi güçlü kadın olup ayakları üstüne bastığı, kocasının eline bakmadığı için onunla sıkça kavga edip, belki aldatılıp soluğu mahkeme kapısında alır. İstisnalar olsa da çok yüksek oranda tablo budur ve sonrasında o kadın asla kendini sorgulamaz. Çünkü o GÜÇLÜ KADIN…

Sokağa dökülen kadın demek yıkılan aile demektir. Böyle bir anne profili gören kız çocuğu da aynı annesi gibi olacağından döngü bu şekilde devam edecek ve tamamen İslam’ın reddettiği bir tablo ortaya çıkacaktır. Oysa kadın Allah’ın her türlü haram ve pis bakışlardan kıskandığı, bir pırlanta gibi saklanılmasını istediği, Peygamberleri, evliyaları, İstanbul’u fethedecek Fatih’leri doğuran ve nicelerini doğuracak olan çok kıymetli bir varlık.

Kadına dört büyük vazife verilmiştir ki bu konuda kendisiyle kimse yarışamaz: hamile kalmak, doğum yapmak, çocuk emzirmek ve terbiye etmek.
Kadının bunları başarabilmesi için ağır ve yorucu işlerde yıpranmaması gerekir. Zira çocuğun ruhi kabiliyetleri için anne hayatının etkisi çok büyüktür. İş hayatına atılmış bir kadının bunca işleri yapmasına imkân var mıdır? Uzun yetişme döneminde çocuğa annesinden daha özenle kim bakabilir? Şu kesindir ki yavruya anasından daha samimi bir sevgili bulunamaz. Gerektiği kadar merhamet eden kimse olmaz. Serbest hayata, iş ve memuriyete atılan anne ise çocuğuna bu titizliği gösteremez. Aynı zamanda Efendimiz aleyhisselam hamile iken, doğum anında ya da emzikli çocuğu var iken vefat eden annenin şehit olacağını müjdelemiştir. Bundan daha büyük şeref var mıdır? Alınan hangi maaş, kazanılan hangi makam bunu sağlayabilir? Cennetin ayakları altında olduğu anne hangisidir?

Kadın yine fıtratı gereği her fırsatta cihat meydanlarında olamayacağı için Efendimiz aleyhisselam bunun da müjdesini vermiş:
“Kadının cihadı, kocasıyla iyi geçinmektir.” (Taberani)

Evin geçiminin erkeğe yüklenmesi, kadının bundan sorumlu tutulmaması, evinde analık vasfı ile çocuk, rahlede hocalık sıfatı ile talebe yetiştirmesi içindir. Demek ki kadın maddi olarak değil, eşine manevi olarak Allah’ın sınırlarını aşmadan destek olmalıdır. Dünyada geçim sıkıntısı çekmek, ahirette rızık korkusu yüzünden düşülen haramlardan dolayı azap çekmekten çok daha hayırlıdır.
Beden yapısından ses tonuna, duygu dünyasından düşünce alemine kadar birçok noktada erkekten farklı olan kadının sosyal hayatta kendisine yüklenen görev açısından erkekle eşit olması asla mümkün değildir. Eşitlik adı altında verme yerine yaptığı her şeyin karşılığını almayı, paylaşma yerine bencilliği, şefkat yerine öfkeyi, sevgi yerine nefreti öne çıkaran bir medeniyetin, aileyi ayakta tutması imkânsızdır.
Karı-koca olmayı profesyonel birer meslekmiş gibi algılayan, daha evlenmeden oturup haklarını konuşan ve hukuku devreye sokarak özgürlüğünü ve mal varlığını güvence altına almaya çalışan kadın ve erkekten nasıl sıcak bir yuva oluşabilir? Kısaca evini unutan, eşini değil işini önceleyen aile fertlerinden İslam medeniyeti gelişme kaydedebilir mi? Oysa, aile bizim ilk kalemizdir ve cennetin kokusunun duyulduğu yerler ancak Kur’an ve sünnetin hâkim olduğu evlerdir.
İslam’da kadının değerini anlatmaya belki de örnekler yetmez. Özetle şunu diyebiliriz ki; günümüzde bizi hak, hukuk, eşitlik diyerek sokağa döken her oluşum Allah’ın kanunlarına bir darbedir, kadını olması gereken yerden alıp onun çöküşünü izlemektir. Peki; eşitlik, adalet midir?


M. Sena GÖLDERE

Yorumlar

Yorum Gönder