Cafer B. Ebu Talib

                            
    Kimisi genç , kimisi yaşlı ,kimisi kör, kimisi zenci, kimisi dilsiz, bunlar bir bahçenin solmayan gülleri.Denizde ki kum,gökteki yıldızlar. Resülu Zişanın göz bebekleri onlar..Kimler bunlar? 
Bedir,Uhud,Hendek yolundaki sahabeler bunlar. Nefislerine yenik düşmeden, itiraz etmeden ve yoldan şaşmadan ilahi emri yerine getirmek için yollara düşen yiğitler bunlar. 
    Bugün sizlere  Cafer b. Ebu Talib Hazretlerinden bahsedeceğim.
    Kendisi hatip,önder,cömert,seçkin , miskinleri doyurup onlara yardımda en önde giden, Habeşistan'a hicret etmiş , Mescid'i Aksa ve Kabeyi kıble edinmiş biri.
    Resulullah'ın (a.s) miskinlerin babası dediği bu sahabe hakkında sayfalar dolu not düşülse,kalemin mürekkebi biter de onun hayatı bitmez nitelikte!
    Çoğu kişinin bildiği Habeşistan Kralı Necaşi ile konuşanda kendisiydi. Kendinden emin halleri ,ayetleri okuyuşu ve Allah'dan başka kimseye secde etmeyen hali. İşte tam bir müslüman duruşu!

Kralla arasında geçen konuşma şöyleydi;

 “Ey kral! Biz cahiliyet içinde yaşayan bir millettik. Putlara tapar, ölüleri yerdik. Kötülüklerin hepsini
 yapar, akrabalardan ilgiyi keserdik. Komşuluğu kötü görür, kuvvetli olan zayıfımızı ezerdi. 
Peygamber gelinceye kadar bu hal üzere kaldık. Bu Allah elçisi bizi Allah’ın birliğine inanmaya ve yalnız Allah’a ibadet etmeye, babalarımızın taptığı taşlardan ve putlardan vazgeçmeye davet etti. Bize sözün doğrusunu söylemeyi, emaneti yerine getirmeyi, akrabalara ilgi göstermeyi, komşularla iyi geçinmeyi, haramlardan uzaklaşmayı, kan dökmekten sakınmayı emretti. Yalan şahitliği ve iftira etmeyi yasakladı. Öksüzün malını yemeyi haram kıldı. Bizim yalnız Allah’a ibadet etmemizi, ona ortak koşmamamızı, namaz kılmamızı, zekat vermemizi ve Ramazan’da oruç tutmamızı emretti.
Biz bu peygambere inandık, iman ettik. Onun gösterdiği yolda yürüdük. Peygamberin helal tanıttığını helal bildik. Haram bildirdiğini de haram bildik.
Ey kral! Bunun için kavmimiz bize saldırdı. İşkence etti. Bizi dinimizden çevirmek, tekrar putlara taptırmak için çalıştı. Onlar bize zulmedip dayanılmaz hâl alınca yurdumuzu bıraktık. Sizin diyarınızı tercih edip senin memleketinde zulme uğramayacağımızı ümit ettik.”
Kral Necaşi sormuştu; “Peygamberinize gelen vahiyden ezberinizde olan var mı?” 
 Câfer ibni Ebi Tâlib:
Evet var” deyince Necaşi:
“Öyleyse onu bana oku” dedi. Hz. Cafer:
“Kâf-Ha-Ya- Ayn- Sad. Bu, Rabbinin rahmetini kulu Zekeriyya’ya anmasıdır. Hani bir zaman Rabbine gizli bir seslenişle seslenmişti de: Ey Rabbim! demişti. Kemiklerim gerçekten iyice zayıfladı ve başımdaki saçlarım da ağardı. Rabbim! Sana yalvarıp yakarmakta hiç de bedbaht olmadım.” (Meryem, 1-4) âyetini okudu. Daha dinlerken Necaşi ağlamaya başladı ve göz yaşlarıyla sakalını ıslattı. Cafer İbni Ebi Talip’e dönerek:
“Vallahi bu aynı kandilden fışkıran bir nurdur. Sizin Peygamberinizle İsâ’nın (a.s.) getirdiği aynı lambadan çıkıyor” dedi. Gelen KureyşIilere döndü:
“Kalkıp gidiniz. Ben bunları size asla teslim etmem” dedi. Cafer ve hanımı on sene Necaşi’nin memleketinde emniyette huzur içinde yaşadılar. Hicretin 7. yılında diğer Müslümanlarla birlikte Medine’ye hicret ettiler. Oraya vardıklarında Resûl-i ekrem Efendimiz Hayber fethinden yeni dönmüştü. Sevgili Peygamberimiz Cafer’le karşılaşmasına o kadar sevindi ki:
“Hayber’in fethine mi, Cafer’in gelişine mi? Hangisine sevineceğimi bilemiyorum.” buyurdular.(1)
Hazret-i Ca'fer Habeşistan'dan döndükten iki yıl sonra Mûte seferi kararlaştırıldı. İslâm Ordusu kısa zamanda hazırlandı. Resûlullah efendimiz, mübârek sancağı Hazret-i Zeyd bin Hârise'ye teslim etti ve buyurdu:
Zeyd bin Hârise'yi, cihâda çıkacak olan şu insanların başına kumandan tâyin ettim. O şehit olursa yerine Ca'fer bin Ebû Tâlib geçsin, O da şehit olursa yerine Abdullah bin Revâha geçsin. O da şehit olursa, Müslümanlar, aralarında uygun birini seçip onu kendilerine kumandan yapsınlar!
İki taraf arasında çok şiddetli bir savaş başladı. Müslümanların başında bulunan Hazret-i Zeyd bin Hârise'nin elinde Peygamber efendimizin sancağı bulunuyordu. Rum askerlerinin mızrak darbeleriyle, mübârek vücudu parçalanıp, kanlar fışkırıncaya kadar, kahramanca saldırıp dövüşmekten geri durmadı ve şehit oldu.

Bundan sonra Hazret-i Ca'fer hemen sancağı kaptı. Elinde sancak, atını düşmana doğru sürdü. Düşman askerleri Hazret-i Ca'fer'in heybetinden korkup aralarında şöyle konuştular:- Bunun hakkından kim gelecek?

Hazret-i Ca'fer, düşman askerlerinin arasına iyice dalmıştı. Nihâyet bir düşman askeri Hazret-i Ca'fer'in koluna bir kılıç darbesi vurdu. Sağ eli kesilen Ca'fer, sancağı diğer eline aldı. Biraz sonra o eli de kesilince, sancağı bırakmamak için, pazılarıyla göğsüne kaldırdı.

Nihayet mızrak ve kılınç darbeleriyle şehit oldu. Şehit olduğunda, mübârek vücudunda yetmişten fazla mızrak, kılınç ve ok yarası görülmüştü ve hepsi de vücudunun ön kısmında idi. Sonra sancağı Abdullah bin Revâha almış o da şehit olunca Hâlid bin Velid almıştır.

Rumlarla yapılan bu savaşta kumandanların şehit olduklarını, Cebrâil aleyhisselâm, Peygamber efendimize bildirmiş. Hazret-i Peygamberimiz de mescidde Müslümanlara haber vermişti. Peygamber efendimiz çok üzülmüşlerdi. Eshâb-ı kirâm dediler ki:
- Yâ Resûlullah! Sizi üzüntülü görmek bizi daha çok üzüyor.

Bunun üzerine üzüntülerinin, şehitlerin Cennette, karşılıklı tahtlar üzerinde oturduklarının kendisine gösterilmesine kadar devam edeceğini beyân ettiler.

Peygamber efendimizin üzüntüsü devam ederken, Cebrâil aleyhisselâmın gelerek, Hazret-i Ca'fer'in kesilen iki eli yerine Allahü Teâlâ tarafından yâkuttan iki kanat ihsân olunduğunu, o kanatlarla Cennette uçmakta olduğunu haber vermesi üzerine Peygamber efendimiz, Hazret-i Ca'fer'in ailesine;
- Ey iki kanatlı mesûd kimsenin çocukları, diyerek bu durumu müjdelemişti.
Bunun içindir ki,o güzeller güzeli uçan ismiyle anıldı. Çünkü Tayyar;Uçan demek idi.


Yorumlar