Nakkaş Ustası Nakşibend Hazretleri

İlahi bir devran olsun bu gece
Haneler nur ile dolsun bu gece
Döne döne cezbelensin aşıklar
Ehl-i tevhid aşka yansun bu gece

Herkesin kendi devranı var kendi içinde. Fakat bu velilerin devranı b'aşk'a. İşte  farklı bir devranı olan bu  zatlardan biri Şahı Nakşibend Hazretleri.
Muhammed Bahaeddin Nakşibend Hazretleri'nin babasının adı da Muhammed olup,soy zinciri İmam-ı Cafer-i Sadık vasıtasıyla Kainatın Efendisi Peygamberimiz'e ulaşır.Babası Seyyid Muhammed Buhari'den başlayarak ileriye doğru saydığımızda Bahaeddin'in onbirinci ced'de Resulullah'ın (sallahu aleyhi ve sellem)'in aziz torunlarından İmam-ı Cafer-i Sadık'a eriştiğini görmekteyiz. Bahaeddin Nakşibend Hazretlerinin babasının ne iş ile meşgul olduğuna dair bir bilgi mevcut değildir. Lakin arif bir kişi olduğu bilinmektedir.

Bu pazar kurulmuş asla bozulmaz
Akar gözlerimin yaşı durulmaz
Bu halkada kibr ü riya bulunmaz
Ehl-i tevhid aşka yansun bu gece

Nakşibend; Nakış yapan demektir. Fakat bu nakış farklı nakıştır. Bu nakış kalbi masivadan (dünyevi lezzetlerden) temizleme nakışıdır. Bu nakış ariflerin nakışıdır. Bu nakış kalbe marifet(Allah'ı bilme) ilmini öğreten nakıştır. Bu nakış ikiyi bir etme nakışıdır.
Şah; İfadesi ise ''Gönül Sultanı'' anlamında bir saygı ifadesidir.

Şah-ı Nakşibend Hazretleri,iç dünyasını ve istidadını kendisi şöyle anlatıyor; '' Gençliğimizde,üç arkadaş idik. Hak tarikine süluk etmeye karar verdik ve ettik. Aralarında benim gayem ve bütün emelim:-Allah'tan gayrı şeylerin hepsinden (cemi masivadan) geçip Hakk'a-hakikate vasıl olmaktı. Bu niyetim halis olmalı ki,Allah'ın lütuf ve yardımı yetişti. Bu cehdime binaen Cenab-ı Hak bana nice imkanlar ihsan etti.Beni herşeyden geçirdi,amaca eriştirdi.Elhamdülillah. (1)

Bu pazardan her ne dersen alursun
Ömrün tamam olur bir gün ölürsün
Can verirsin cananını bulursun
Ehl-i tevhid aşka yansun bu gece

Şâh-ı Nakşbend hazretlerinin ilk üstadı, dedesinin ve babasının Şeyhi olan Muhammed Baba Simâsî’dir. Kendisinin doğumunu “Benim burnuma bu evden bir er kokusu geliyor” diyerek müjdeleyen ve onu üç günlük bir bebek iken manevi evladlığa kabul edip terbiyesini halifesi Emir Külâl’e havale eden, odur. Ancak seyr ü sülûkünü yanında tamamlayıp manevi emaneti aldığı mürşidi, Emir Külâl hazretleridir.
Fakat Emir Külal hazreteri onu Abdülhalik Gücdüvani hazretlerine teslim etmiştir. 

Çağına yetişmeden, yüzyüze görüşmeden feyz aldığı “üveysî” mürşidi Abdülhâlik Gucdüvânî ona âlem-i mânâda şu nasihatta bulunmuştu: “Oğlum Bahâeddin, zikr-i ilâhi’den fariğ olma! Mahlûkata hâlisâne hizmet et. Çünkü Hakk’a giden yol, hizmetten geçer. Ayağını şeriat seccadesine koy, emir ve nehyde istikamet üzre ol. Daima azimetle amel et, sünnete ittibâ et, ruhsatları bırak, bid’atlerden kaç insanlar, hayvanlar ve bitkiler senden hizmet bekliyor. Hafi zikre sarıl. Allah yâr ve yardımcın olsun.”
Bu vasiyetin tesiri ve fıtratındaki merhametin muktezasınca, onun yaralı hayvanlara baktığı; yaralarını tedavi ettiği hattâ, sokakların temizliğiyle bile meşgul olarak halka hizmet ettiği rivayet edilir.
Sordular:
– Sizin dervişliğiniz mevrûs mudur, yoksa mükteseb midir
Şâh-ı Naşkbend buyurdu:
– Bizim dervişliğimiz Hak cânibinden bir cezbedir. Hakk’ın ikrâmıdır.
– Peki sizin tarikınızda cehrî zikir, halvet ve semâ var mıdır?
– Hayır, yoktur.
– Öyleyse sizin tarikatınızın esası nedir?
– Bizim tarikatımızın esası “halvet der-encümen”dir. Yani zâhir halk ile, bâtın Hakk ile bulunmaktır. “El kârda, gönül yârda” olmaktır. Nitekim Kur’an’daki: “Ne ticaret ve ne de alış-verişin Allah’ın zikrinden alıkoymadığı erler vardır” (en-Nûr. 24/37) âyetinde bunlara işaret vardır.
Şâh-ı Nakşibend hazretleri, ileri ufuklara bakmayı daima yükselmeyi öğütleyen bir mânâ sultanıydı. Müridlerine: “Eğer himmetimizi yüksek tutmaz, oyununuzu büyük oynamazsanız, size hakkımı helâl etmem. Üstün himmette öyle olmalısınız ki, ayaklarınızla başıma basmalısınız.” Yani sizin mânevi dereceniz benden daha yukarılara ulaşmalı.
Asıl Keramet, Kerameti Gizlemektir
O’nun tâlim ettiği Nakşilik yolunda en büyük keramet, kerametin gizlenmesiydi, setredilmesiydi. Çünkü Hak Teâlâ bazen veli kulunu kerametle taltif ederek kendisi ile keramet arasında muhayyer bırakarak imtihan eder. Kul, gayenin keramet değil, istikamet ve Hakk rızası olduğunu anlarsa kurtulur; değilse ayağı sürçer ve tökezler. Mâneviyat yolunun en tehlikeli geçidi burasıdır. Şâh-ı Nakşbend’e göre en büyük keramet kerameti örtmek ve gizlemektir. Bu yüzden kendisinden: “Sizden niçin bu kadar az keramet zuhur ediyor?” diye soranlara şu cevabı veriyor: “Omuzlarımızdaki bunca günah yüküne rağmen ayakta durabilmekten daha büyük keramet mi arıyorsunuz?”
Cezbe ve taşkınlıktan, meclisinde sayha ve nârâ atılmasından hoşlanmazdı. Nitekim birisi bulunduğu mecliste: “Allaaaah!” diye haykırdı. O şunları söyledi: “Bu haykırış, gaflet işaretidir. Bizim meclisimizde gafillere yer yok.”

Kaimidir ehl-i dile ey puser
Ol hayatı candan bize haber ver
Durma daim tevhid eyle birader
Ehl-i tevhid yansun bu gece
(Sırrı Efendi)

(1)El-Hani,a.g.e.s.80



Yorumlar